top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıBülent Gürsoy

2023 Yolları

Güncelleme tarihi: 1 Kas 2023

02 Aralık 2020 tarihinde Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi / Araştırma Direktörü Dr. Ulaş Tol ile; “Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemi, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e Geçiş, Seçimler ve Adaylar” konusunda yapılan bir araştırma kapsamında, kanaat önderlerinin görüşlerinin alınması çerçevesinde bir söyleşide bulunduk.


Mevcut durum tespiti ve önümüzdeki seçimler sürecinde neler olabileceğine dair analizimin bulunduğu bu araştırma söyleşisinin kayıtlarından çözümlediğim metni sizlerle de paylaşmak istedim.


Yazının sonuna altyazılı olarak bir youtube kaydını da ekledim. Dinlemek isteyen okuyucularım youtube kaydını da izleyebilir.


Ulaş Tol kimdir?

Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi / Araştırma Direktörü

Yaşama Dair Vakıf kurucularından. ODTÜ İnşaat Mühendisliği mezunu. Yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi’nde, doktorasını Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi kürsüsünde tamamladı. 15 yılı aşkın bir süredir, TÜBİTAK, çeşitli üniversiteler, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Sivil Toplum Kuruluşları özel sektör için gerçekleştirilen niteliksel ve niceliksel araştırmalarda yer alıyor.



UT (Ulaş Tol)


Üç bölümüm var soruları toparladığım:


Bir tanesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir değerlendirmesini yaptığımız bölüm olacak.


Sonra, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhtemel adayları konuşmak istiyoruz. İsim de konuşacağız ama isimden ziyade esas olarak muhalefetin nasıl bir adayla çıkması durumunda şansı daha yüksek olur, o adayın hem kişisel özelliklerini hem siyasi özelliklerini daha çok konuşmak istiyoruz.


Sonra bir de, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ve kamuoyunda tartışılan, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diye anılan, sistem önerilerinin artılarını eksilerini konuşacağımız bir bölüm olmak üzere üç bölümde konuşmak istiyorum.



BG (Bülent Gürsoy)


Şimdi, bazı konular iç içe geçebilir bu anlamda. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı görevini nasıl yapıyor? Sadece Erdoğan üzerinden değerlendirmekten öte, gelen rejim değişikliği üzerinden değerlendirmek lazım.


Temel sorun, partili cumhurbaşkanı olması. Dolayısıyla herhangi bir cumhurbaşkanını değerlendiriyor değiliz. Yani, aynı anda hem AKP Genel Başkanlığı görevini yürüten, hem cumhurbaşkanlığını yürüten ve aslında kesinlikle tarafsız olmayan bir cumhurbaşkanını değerlendiriyoruz.


Bu cümleden çıkan şey şu: Erdoğan tarafsızlıkla yönetmiyor Türkiye Cumhuriyeti'ni. Birinci tespit bu.


Tabi getirilen sistem parlamentoyu tamamen işlevsiz bıraktığı için hem yasalar açısından hem diğer icraî olaylar açısından denetimsiz bir yönetim biçimi var şu anda. Dolayısıyla Erdoğan, hiçbir şekilde denetlenmeden bir ülke yönetmeye çalışıyor. Bu da ne getiriyor? Her zaman, bütün siyasiler de konuşmalarında bahsediyorlar, bu mutlak güç meselesine geliyor. Mutlak gücün insanı yoldan çıkardığı meselesine geliyor ve orada da otoriter bir sistem ortaya çıkıyor. Otokrat bir yönetici ortaya çıkıyor.


Bu, baskılar oluşturuyor. Özgürlükleri ortadan kaldırıyor ve özellikle ülkenin bütçesi açısından da harcananların; devlet, millet, halk yararına mı, şahıs ve şahıslar yararına mı olduğunu ortaya çıkarıyor.


Benim görüşüm, şahsi görüşüm; tamamen tek adam, tek kişi, bunun etrafındaki 3-5 kişi ya da ilerleyen çemberlerle; 10 kişi, 20 kişi, 100 kişilik bir grup içerisinde, devletin bütçesi har vurulup, harman savuruluyor. Kabaca böyle söyleyeyim. Hani, Erdoğan nasıl yönetiyor, cumhurbaşkanı olarak, böyle yönetiyor.

UT


Peki ilk dönemleri ile karşılaştırırsak, ilk 10 yılı itibariyle Ak Parti ve Erdoğan neleri iyi yapmıştı o dönemde, neleri kötü yapmıştı ve son 5 yılda bu nasıl değişti, neler değişti?

BG


Şimdi şöyle oldu: AKP'nin iktidara geliş sürecinde, biliyorsunuz bir kriz üzerine AKP iktidara geldi ve bana göre kendi kafalarının arka planında gerçekleştirmek istedikleri rejim değişikliğini, çelişki gibi görünecek ama Avrupa Birliği ile ilişkileri güçlendirip, sürdürüp oradan gelecek birtakım kanun değişikliklerini yaparak, aslında özgürlükler gibi görünen ya da Türkiye Cumhuriyeti'nin o kuruluş ilkeleri ile birlikte, olumlu algılanabilir veya olumsuz algılanabilir, tespit yapıyorum; askerin ortadan kaldırılması, cumhuriyet rejiminin o güne kadarki kurumlarının ortadan kaldırılması, bunların yok edilerek kendi istedikleri rejime dönüşünün yolunun açılması ama bunu Avrupa Birliği ile yol yürüme görüntüsü içerisinde bu kurumları ortadan kaldırarak, dönüştürerek, istedikleri şekle getirerek yaptılar. Ama ilk 10 yılda ne sanıldı? Bu adamlar sandığımız gibi değilmiş, işte; özgürlükler var, hak var, hukuk var, yasalar değişiyor, ihale yasası değişiyor, yargı şöyle oluyor, öbürü böyle oluyor, sanki böyle bir, "Avrupalılaşıyoruz" havası vardı ilk on yılda.


Tabi bunu yaparken AKP'nin iktidara getiriliş sürecindeki o yenilikçi kanat, bunların içerisindeki, gerek Avrupa gerek Amerika bağlantılı, onlarla anlaşabilen birtakım yapıların olması, liberallerin o süreçte bunlara destek vermesi...


Ortak iki tane düşmanları vardı. Çok açık söyleyeceğim burada. Birisi orduydu, ortak düşmanlarından birisi, öbürü Mustafa Kemal Atatürk'tü. İki düşmanın karşısında bütün bu güçler birleşti: Liberaller, şeriat ya da din devleti isteyen yapılar artı Kürtler adına siyaset yapan partiler ya da yapılar. Hepsinin ortak hedefi bunlardı. Bu hedefte birleştiler, Türkiye'yi başka bir noktaya getirdiler. Ama getirdikleri noktada Tayyip Erdoğan ve çevresindeki temel bir yapı hariç, geri kalan aslında biraz bence yanlış yaptıklarını düşünüyorlar. Çünkü Türkiye'de özgürlükleri kaybettirdiler. Bir tane otokrata teslim ettiler Türkiye'yi bu süreçlerde ona destek ola ola.

UT


Şunu merak ediyoruz bir de, özellikleri itibariyle önemli bir kesim, sizin paylaştığınız rahatsızlıkları da paylaşıyor ve aslında destek de azaldı. Fakat yine de çok önemli bir oranı da hala muhafaza ediyor. Yani çökmedi. Bir gerileme oldu belki hani yüzde 50'yi kaybetti ama hala işte AK Parti ve MHP'yi topladığınızda, Cumhur İttifakı'nı topladığınızda, 45-48 oranlarını muhafaza ediyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz? Neden hala arkasında bir seçmen desteği var? Nasıl sağlıyor bunu sizce?

BG


Bugünkü koşullarda baktığınızda; ekonominin içine düştüğü şartlar, iktidardaki bu gelişigüzel yönetim biçimi, her şeyin tek adamın elinin ucunda, dilinin ucunda olduğu bir yönetim biçimi, hiçbir sorunun aslında çözülemediği, nepotizmin olduğu, felaket şeyler var yani yaşanan. Dış politikada hatalar var, iç politikada hatalar var.


Bütün bunlara rağmen bu oy oranının korunuyor olması akıl alıcı bir şey değil normalde çıplak baktığımızda. Hani halen AKP, kararsızlar dağıtıldığında, 35-37'lerde duruyor. Hani kararsızları tam böyle dağıtmayabilirsiniz ama böyle dağıttık varsayalım, inanılmaz bir rakamdır, parlamenter sistemde tek başına iktidarın rakamıdır, MHP'ye de ihtiyaç duymadan.


MHP, belli bir damar partisi, o tabii ki koruyor, milliyetçi duygular üzerinden kimliğini koruyor ama AKP'nin özellikle koruduğu kısım, o, 35-37'lik oranlar, benim; gördüğüm, izlediğim, tespit ettiğim kadarıyla iki temele dayanıyor: Birisi yine ekonomiyle ilgili aslında. Ekonominin bu kadar çöküntü içinde olmasına rağmen. İkincisi de AKP'nin tabanına kazanımlar diye anlatmaya çalıştığı, 28 Şubat kararları ve sonrasında yaşanan süreçlerde geri elde ettiklerini düşündükleri din temelli kazanımlar. Bana göre böyle bir kazanç, kazanım ya da kayıp yok. Ama onlara göre büyük kazanımlar var. Bunu da kendi tabanlarına anlatıyorlar. O kazanımları kaybedersiniz aman ha diyorlar, bir korkutmaca içindeler. Bu ikinci plandadır ama temel faktör ekonomidir. 18 milyon civarı insanın, bunu seçmen bazında söylüyorum. Yani 18 milyon civarında insanın halen evine barkına farklı farklı yapılardan; vakıflar, dernekler, başka bir takım organizasyonlar, kaymakamlıklar valilikler üzerinden ayni ya da nakdi yardımlar diyeyim, yapılan yardımlar var. Bu, seçmeni halen ayakta tutuyor. AKP büyük bir ağ içerisinde ve herkesi üye olmaya da zorlayarak bunu yapıyor. O insanların hepsi AKP üyesi yapılmış durumda. AKP'li olmasalar bile zihniyet olarak ama oradan besleniyorlar, vazgeçemiyorlar.


Diyorlar ki "biz gidersek bütün düzeniniz bozulur, kimse size bunları vermez". O ağı da, çok iyi, örgüt içinde koruyorlar. Bunu nereden anlıyoruz? Belediyelerin bu pandemi sürecinde yapmaya çalıştığı; yardımlar, bağışlar falan filan, en büyük saldırdıkları nokta oldu. Niye? Çünkü belediyeler bunu yapıyor ve başarıyor görülürse, o kitle, "yaa yok sizin dediğiniz gibi değil, siz gitseniz de bunlar bize bu şekilde bakabilir" diyecek ve kopacak. Sürekli oraya saldırdılar dikkat ediyorsanız. "Belediye yapmıyor biz yapıyoruz", afet oluyor, "onlar yapmıyor AFAD yapıyor", bilmem ne oluyor "onlar yapmıyor VEFA grubu yapıyor". Yani belediye ekmek dağıtacak, ekmeğe bile engel oluyor.


Şimdi, bu iki tane temel şey var yani 18 milyon ya da daha fazlası belki de... Bulduğumuz kaynaklardan ya da kendi söylediklerinden bulduğumuz bu. Bunun üstünde bir rakam hep korunuyor. O rakam da, anketlerdeki AKP'nin oy oranına yansıyor.


Bu bir gün dağılır mı dağılır. İki türlü dağılır. Birincisi, AKP'den kopan partilerin, DEVA ve GELECEK partilerinin o tabana, "kardeşim kazanımlarınızı kaybetmeyeceksiniz", hani o dini temelli kazanımlar dedikleri kazanımları "kaybetmeyeceksiniz" garantisini ve güvenini vermeleri, öbür taraftan da Cumhuriyet Halk Partisi'nin, Millet İttifakı'yla, İYİ Parti ile birlikte son yerel seçimlerde elde ettiği belediyelerle, "kardeşim bu sosyal yardımları ve bu destekleri de kaybetmeyeceksiniz" güvenini, güvencesini, göstererek, deneyimle vermesi.


Bu iki noktada da ben önümüzdeki süreçte başarı sağlanabileceğini düşünüyorum. Bugün için bu noktada değil ama gelişen olaylar, süreç işi oraya götürecektir. Bu anlaşıldığı anda diğer faktörlerle birleştiğinde AKP'nin o seçmeni AKP'den ayrılacaktır. Zaten kararsızların büyümüş olmasının sebebi de biraz buna dönük bir beklentinin ya da düşüncenin oluşmasından diye düşünüyorum. O yüzden o kararsızı, doğrudan AKP'ye aynı oranda dağıtmanın da aslında doğru olmadığını düşünüyorum ama teknik gereğidir, başka da çare yok. Yani siz bu işleri yapıyorsunuz ya da en azından öyle dağıtıyorsunuz.

UT


Biz farklı yapıyoruz. Hiç öyle eşit dağıtmıyoruz. Onun yolları var.

BG


Güzel, güzel ama genelde yapılanı söylemiş olayım, sizi ayırarak söylemiş olayım, genelde yapılan bu, o yüzden de çok yüksek çıkıyor oyları halen.

UT


Peki bir de kişisel özelliklerini konuşsak. Erdoğan'ın, olumlu ve olumsuz kişisel özelliklerine ya da sadece sizin açınızdan değil de, seçmen nazarında ilgiyi hala toparlayabilmesini sağlayan kişisel özellikleri de var mı? Bahsettiğiniz nedenler dışında?

BG


Araştırmanızda hani ne kadar işe yarayacak bunlar bilmiyorum ama ben kişisel olarak yine bir değerlendirmemi yapayım Erdoğan'la ilgili.


Erdoğan bir kere kesinlikle çok güçlü bir siyasi lider. Yani liderlik vasıflarını çok net olarak ortaya koyabilen, bunu yürütebilen, sürdürebilen yani belli bir zaman kesitinde de kalmayan bir lider. Bu değerlendirmeyi hak etmesinin sebebi kararlı olması. Erdoğan'ın en büyük özelliği bir konuda bir fikir oluşturduğunda, o konuda kararlı bir şekilde sonuca gidiyor ve bu kararın arkasında, yanında, yöresinde olan hiçbir adamını da harcamadan gidiyor. Bunlar siyasette çok önemlidir. Yani bir ekiple yol yürümek, adamını yedirmemek, harcamamak, onları her zaman sistemde tutmak, umut vererek. Siyasetçinin en büyük yeteneği umut vermektir. Umut verdiği sürece siyasetçi vardır.


Erdoğan umut vermeyi çok iyi başaran bir adam bir kere onu söyleyeyim. Ekibinden hiç kimseyi; aç, açıkta sokakta bırakmıyor. Bir görevden aldığı adam biliyor ki bir süre sonra ona, ya bir başka görev verir ya da kızakta iken; hayatını sürdürecek, gelirini sağlayacak işi, görevi de sağlar.


Şimdi bu, insanların hep güvence aramasıyla ilgili bir şey. Bizim gibi toplumlar gelecek kaygısı olan toplumlardır. Dolayısıyla her zaman bunlara ihtiyacımız vardır. Biz yılda 20-25 bin dolar, 30 bin dolar gelirlere kavuşsak, kimsenin böyle derdi olmaz. Başbakanlık yapacak adam ararlar, "yav sen yapsan, aman ben meşgulüm, sen yap" modunda olur. Bizde öyle olmuyor. Herkesin gelecek kaygısı var, paraya ihtiyacı var. Çünkü parada buluyor güvenceyi. O zaman da; maaş, para, servet, arsa, arazi mal, mülk, bu nereden gelecekse oraya yanaşıyor. Erdoğan bunların hepsini sağlıyor.


Erdoğan'ın en büyük keşfi, bizim ; milletimizin, ulusumuzun, halkımızın, hangi camia için söyleyeceksek onun için söyleyelim, bu kaygılarını biliyor olması ve dönüp dolaşıp bunların peşinde koşmak zorunda kaldıklarını görüyor olması. Bunu çok güzel kullanıyor. Bugüne kadar da taşıdı. Bunu yaparken pragmatik davranıyor. Dün öyle, bugün böyle, yarın şöyle, bunları yapabiliyor, önemi yok. İktidarını sürdürüyor, sürdürebildiğini gösteriyor, gösterdiğine de “ burada olduğunuz sürece aç kalmazsınız, benimle berabersiniz” diyor, böyle de gidiyor. Millet "eyyy" falan demeyi de seviyor. Yani "bir liderimiz var ki ona postayı koydu, vayyy helal olsun". Çünkü belli bir aydınlık düzeyine bilinç düzeyine tam olarak ulaşmış değiliz. Yani eğitimli insanımız çok gibi görünüyor ama o düzeye ulaşmış insanımız çok değil. Olanlar zaten böyle şey gibi, bir avuç adam ortaya çıkıyor. Geri kalan eğitimliler de zaten muhalifler hepsi, onun dışındakiler "eyyyt"ten hoşlanıyor, "posta"dan hoşlanıyor. "Aslan liderimiz" diyor, "çarptı koydu" diyor. Hayatı da bir şekilde sürüyorsa mesele yok. O sürmezse problem başlıyor. Şu anda o noktaya doğru geliyoruz.


Bundan sonra nasıl sürdürmeyi becerecekler, göreceğiz.

UT


Peki, muhalefeti konuşalım biraz da. Seçimi kazanma ihtimali ne yaparsa oluşabilir. Ne yaparsa kazanır Erdoğan karşısında?

BG


"Seçimi kazanma"dan kastı bir kere doğru koyalım. Ben birçok insanın, siyasette olan arkadaşların bile yanlış tartıştığını düşünüyorum. Bunu bir ayıralım. Seçimi kazanma iki türlü. Birincisi, cumhurbaşkanını seçme, tek kişi. Herkes birleşip seçebilir ya da bir partiden çıkar seçer falan. İkincisi, Parlamentoda çoğunluğu sağlama. Şimdi, "seçimi kazanma"dan kastımız hangisi?

UT


Biz cumhurbaşkanlığı seçimi kısmını konuşalım.

BG


Onun üzerinde konuşalım, çünkü iki kavram karışınca birbirine, millet; ittifakları karıştırıyor, adayları karıştırıyor, her biri başka bir boyut çünkü.


Kısaca bir şey de anlatayım bunun açılması için: Şimdi, "vay ittifak yapılacak mı, yapılmayacak mı", "HDP içinde olacak mı olmayacak mı", "öyle mi böyle mi". Şimdi ben diyorum ki kardeşim, milletvekilliği seçimi ise konuştuğunuz, ittifaklara gerek yok. İttifaka kimin ihtiyacı var? Barajı geçemeyen partinin ihtiyacı var. Cumhuriyet Halk Partisi barajı geçiyor mu, geçiyor. Kimseyle ittifaka ihtiyacı yok. HDP barajı geçiyor mu, bütün anketlerde geçiyor görünüyor. Kimseyle ittifaka ihtiyacı yok. İYİ Parti son dönemlerde rahat geçiyor görünüyor. Kimseyle ittifaka ihtiyacı yok. Bu üç parti seçime tek başlarına da girebilirler. O zaman bunlara "vay ittifak yaptınız, vay şöyle yaptınız, böyle yaptınız" diyebilir misiniz, diyemezsiniz. Anlamı yok. Herkes kendi ilkeleriyle, programıyla gider seçilir, parlamentoya girer.


İttifak nerede gerekiyor? Seçilemeyecek partilerin haklarının korunmasında. Çünkü sistemimiz yüzde 10 diye bir şey koyuyor. Yüzde 9.9 alan parlamentoya giremiyor. Yüzde 10'luk bir oy tek kalemde çöpe atılıyor. İYİ Parti geçen seçimde yüzde 9.9 aldı. İttifak olmasaydı, 43 milletvekili ile girdik, hepsini çöpe atacaksınız. Bugün çok önemli bir fonksiyonu yerine getiriyor İYİ Parti. Buna benzer, MHP, giremezdi, o dışarıda kalırdı. Benzer bir sürü yapı var. Şimdi dolayısıyla belki; DEVA, GELECEK, Demokrat Parti, Saadet Partisi gibi partiler, ihtiyaç olmamasına rağmen, CHP'nin, İYİ Parti'nin Türkiye'nin geleceği açısından önemli bir görev yapma kaygısıyla bir araya gelişiyle kurduğu Millet İttifakı'na katılarak parlamentoya girme hakkı elde edebilirler. Bu hakkı elde ettiklerinde onlara yönelebilecek insanlar, "parlamentoya girecekse rahatlıkla oy verebiliriz" diyecek konuma gelebilirler. Bu, AKP'den MHP'den bir miktar oy koparabilir. Başka faktörler var ama en azından teknik olarak diyelim ya da teorik olarak yolun açılması anlamına gelir, ittifaklar kurulur gidilir.


Bu ittifakın içinde, herkesin tartıştığı HDP'ye ihtiyaç yok. Yani HDP'nin çizgisi ayrıdır, yolu ayrıdır ya da HDP'yi kapatırlar başka parti açarlar, onun yolu ayrıdır, falan filan. Bu kavramlar üzerinde tartıştığımızda, bir şeyi çözemeyiz. Şimdi, bu böyle. Parlamento kısmı böyle.


Gelelim, cumhurbaşkanı seçimine. Şimdi, Tayyip Erdoğan da aslında koalisyon ürünü bir adam. Demin saydığımız becerileriyle onu sağlayan bir adam ama AKP de aslında bir koalisyondur kurulduğu zamandan bu yana. Bir sürü farklı yapıyı bir araya getirmiş, bir arada tutabilme becerisini göstermiş bir partidir Erdoğan'ın liderliği sayesinde. Bugüne kadar da gelmiştir. Şimdi o yapının içerisine o koalisyona MHP de girdi.


15 Temmuz öncesinden başlayan süreç 15 Temmuz'da bir dönüşüm getirdi. Erdoğan'ın o pragmatik yaklaşımı, iktidarda kalma becerisi, bu sefer, içeri attığı ergenekoncu, avrasyacı, milliyetçi kesimlerle onu bir araya getirdi önceki ortaklarına karşı. Şimdi onları kullanıyor.


Geçmişte; liberalleri kullandı, Kürtleri kullandı, muhafazakarları kullandı. Hep söylüyorum: Fethullah Gülen ve hizmet örgütüyle, cemaatiyle neredeyse Türkiye’nin yüzde 50'sini, 60'ını kullandı. Şimdi de milliyetçileri kullanıyor avrasyacıları kullanıyor, ergenekoncuları kullanıyor. Ha, ergenekoncular, avrasyacılar bilerek kullanılıyor ayrı mesele. Onlar da onu kullanıyor. O başka bir konu ama Erdoğan bunları kullanıyor. Burada yanlış anlaşılmasın: Ergenekon, avrasya vesaire fikrini, ekibi, o kadroları kötülemiyorum. O süreci isterseniz anlatırım, nasıl o dönüşüm sağlandı ama bugün Erdoğan onları kullanıyor iktidarda kalmak için.


Bu yapı devam edecek. Erdoğan'ın tekrar başkan olmasını isteyecek. onunla birlikte de Türkiye'yi belli bir noktaya, kendi istedikleri planda götürmeye çalışacaklar. O, siyasettir onların; talebi niyeti, hedefi budur?


Muhalefetin; hedefi, niyeti, talebi nedir, ne olmalıdır? Muhalefetin, önümüzdeki seçimde doğru bir aday çıkararak, öncelikle buradan başlıyayım, Türkiye'nin gittiği bu baskıcı rejimden Türkiye'yi kurtarması lazım. Demokrasi, özgürlükler, kuvvetler ayrılığı gibi kavramların işleyebileceği, yargı bağımsızlığı, basının bağımsızlığı, özgürlüğü gibi kavramları yaşatabilecek, bu değerler içerisinde kalabilecek bir Türkiye'yi yaratmak üzere o, Geliştirilmiş Parlamenter Sistem tezi de budur zaten, bunu yaratmak üzere bir cumhurbaşkanı adayı çıkarabilmelidir muhalefet.


Şimdi gelelim; bu kim olmalı, ne olmalı, nasıl olmalı? İsim vermeyelim dediniz, vermek gerektiğine veririz, kimler olabilir, nasıl olabilir? Ama kavram şu: Bütün bu temel kavramlara sahip olduğunu, ola ki cumhurbaşkanı olduğunda bu dönüşümü sağlayabileceğini, bu dönüşümü sağlayabileceğine inandığını, bütün bu kesimlerle muhalefette olan geçmişteki ve referandumlarda "hayır cephesi" dediğimiz kesimleri rahatlatacak sözleri verebilen, inandırabilen ve onların hepsinin haklarını eşit olarak ortaya koyabilen; bir adam, bir kadın, bir insan olmalıdır.


Yani öyle deyince de ne giriyor bunun içerisine? Şimdi, öbür tarafta milliyetçiler var MHP üzerinden; Türkçü, milliyetçi vesaireler var, dini hassasiyetleri olan muhafazakarlar da var, ticari alan içerisinde olan belli yapılar da var, bir de o demin söylediğimiz, beslenen en alttaki ihtiyaç sahibi gruplar da var.


Bu tarafta ne var? Bu tarafta yine; milliyetçiler var, cumhuriyetçiler var, Atatürkçüler var. Öbür tarafa göre orada da var ama bu tarafta, tamamına yakını olan laikliği savunanlar var, demokrasiyi savunanlar var, özgürlükleri savunanlar var, bir de Kürtler var.


Kürtler konusunda ben; HDP, PKK falan filan demek istemiyorum, doğru da bulmuyorum. Yani bizim; Kürt kökenli, Kürt olan, Kürtçe konuşan, kendi kültürüyle yaşayan çok büyük rakamlara sahip olan kitlemiz var, halkımız var, seçmenimiz var. İç içeyiz de. Yani her ailede bir tane Kürt damat vardır, Kürt gelin vardır, bir şey vardır. Benim ailemde bir sürü var; Zaza var, Kürt var, Türk var, hepsi var yani. Karışmışız o anlamda da. Büyük oranda büyükşehirlere de zaten göçülmüş, komşu olunmuş, beraber yaşanıyor, ekonomiden pay alınıyor, eğitimden pay alınıyor. Her türlü şey alınıyor. Kürtlerin kendine göre; sorunları, istekleri, talepleri var. Yine Söylüyorum. PKK'dan ve PKK bağlantılı ortaya konulan taleplerden hariç ama birtakım talepleri olan bir seçmen kitlemiz var. Bu seçmen kitlesine de biz demokrasi ve özgürlükleri sunabiliyorsak, ekonomik olarak da gelir dağılımında; adaletli, eşit olabileceğimizi gösterebiliyorsak, yani başkan adayı anlamında söylüyorum bunları. Bunları gösterebilen bir aday onlardan oy alabiliyor ise muhalefet bu seçimi kazanır.


Bakın diğer kesimlerin hepsi zaten banko hazırlar, gereğini yapacaklar. Ama Kürt seçmenin oyunu alabilecek bir aday olmak zorunda. Onları inandırmak zorunda, onları inandıramazsa asla olmaz. Deminki o parlamento seçimi kısmında ittifak konusunda anlatmıştım, bu bir ittifak değil. Yani biz HDP'yle ittifak yapalım, cumhurbaşkanı adayını ortak seçelim, öyle değil. Türkiye'nin ihtiyaçlarını doğru tanımlayan, ortaya koyan ve özellikle-özellikle tekrar tekrar vurguluyorum, kilit noktaya Kürt seçmenin oyu giriyor, Kürt seçmeni ikna edebilecek bir aday bu seçimi alıp cumhurbaşkanı olacaktır. Ha, bu aday kimdir? Bunu beceren adaydır.

UT


İsimleri de yine soracağım ben ama bir de şeyi sorayım. Böyle bir adayın becerileri yetenekleri açısından baktığımızda nasıl bir sete ihtiyaç var?

BG


Şimdi şöyle söyleyeyim: Böyle bir adayın; becerileri, yetenekleri Erdoğan gibi olmak zorunda değil. Önce onu tespit etmek gerekiyor. Niye Erdoğan gibi olmak zorunda değil? Çünkü biz Erdoğan gibi devleti yönetecek bir adam aramıyoruz. Ne arıyoruz?: Deminki söylediğimiz yapıyı kuracak, başkan seçildikten sonra hızla, bir sene iki sene, yani bu siyasette zaman alabilir, bir sene iki sene içerisinde söylediğimiz sistemi kurmaya kararlı; aydın, bilinçli, Türkiye'nin bütün hassasiyetlerini bilen, yani; dindarların da hassasiyetlerini bilen, din içerisinde; Sünnilerin de, Alevilerin de hassasiyetlerini bilen, onun dışında milliyetçilerin hassasiyetini bilen, Kürtlerin de hassasiyetini bilen, Türk milliyetçileri ve Kürt milliyetçilerinin diyeyim ve ortalama demokrat Kürtlerin, Türklerin de hassasiyetini bilen bir adam olmak zorunda.


Dolayısıyla hani böyle Erdoğan gibi becerileri olan, hayt huyt edecek ve her şeyi tek başına yönetmeye kalkacak falan bir profil bize lazım değil, zaten de olmamalı.


Şu anda yüzde 50'nin üstüne çıkan muhalefet, Kürtlerin de içinde olduğu muhalefet, zaten kararlı bir şekilde bu tarzın gitmesini istiyor. Bu tarzın gitmesini istiyorsan bu tarzda olan başka bir adamı getirmek istemezsin. Dolayısıyla bir kere bunu da doğru tanımlamak lazım. Böyle bir adam beklenmiyor. Böyle bir insan diyeyim. Adam, adam diyorum şimdi kadın olan izleyicilerimiz "hep adam diyor, kadınlar nerde" diyecek, böyle bir insan istenmiyor. Öyle söyleyelim. Bu, kadın da olur, erkek de olur ama bu şeylere sahip, demin anlattığım özelliklere sahip birisi olmak zorunda.

UT


Peki, bizim kamuoyu yoklamalarında da bizim yaptığımız çalışmalarda da 4 isim öne çıkıyor: Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Meral Akşener ve bir de Ali Babacan. Bu isimleri değerlendirdiğinizde, biraz önce tarif ettiğiniz aday profiline ne kadar oturuyorlar, artıları eksileri tek tek konuşacak olursak sırayla neler olur, bir de onu konuşmak isterim.

BG


Şimdi önce peşin şunu söyleyeyim: Yapacağım analizlerde herhangi birinin öne çıkmasını istemek parlatmak falan filan düşünülmesin. Niye düşünülmesin? Ben İYİ Parti'nin Genel İdare Kurulu Üyeliği'ni yaptım, yöneticilik yaptım, çok da emeğim geçti kuruluşundan beri bütün arkadaşlarım gibi. Ben Meral hanım olsun isterim. Önce bir bunu tespit edelim, ben Meral Akşener olsun isterim. Onun; cumhuriyetçiliğine, demokratlığına, insanlığına, değerlerine inanıyorum. Demin söylediğim şeyleri yapabilecek birisidir ama sırasıyla analiz edelim. Kimden başlayalım?

UT


Meral hanımdan başlayalım.

BG


Onu en sona bıraksaydın keşke :)

UT


Olur, tamam, Mansur Yavaş'la başlayalım.

BG


Mansur beyle mi başlayalım. Mansur bey, iki seçimdir Ankara'da aday olup bu son seçimde de Melih Gökçek'in yarattığı yaklaşık 25 yıllık bezginlikten kurtarması nedeniyle ya da buna yakıştırılması nedeniyle ciddi bir popülarite kazandı her kesimden. Yani, Cumhuriyet Halk Partisi'nden, İYİ Parti'den, milliyetçi kesimden kabaca, hatta zaman zaman hani hiç umulmayacak, Kürtlerden bile Mansur bey bir takım pozitif yaklaşımlar alıyor.


Belki hani o pandemi süreciyle ilgili, başkanlığı kazandıktan sonraki süreçle ilgili olan bir şey ama o noktaya geldi. Türkiye çapında da bu pandemi sürecinde yaptığı; halkçı, toplumcu, insancıl bir takım şeyler, projeler ya da uygulamalar diyeyim, Mansur beyin popülaritesini daha da yükseltti. Demin saydığım anlamdaki şeylerde Mansur beyin niyeti bizim düşündüğümüz gibi, istediğimiz gibi olabilir. Böyle de algılanabilir ama yine o Kürt seçmenin tam oyunu alabilir mi? Şüphem var. Çünkü Mansur beyin kendisi dışında, kendisi zaten MHP kökenli, milliyetçi, ülkücü yaklaşımlarda birisi. Şu anda CHP'nin belediye başkanı olmasına rağmen, (Kürt seçmen) bir miktar ilgi de duyuyor uygulamalarından dolayı ama tamamen bu oyları alabilir mi derseniz, alabileceğine inanmam. Çünkü MHP çizgisi Mansur beyin, katı bir çizgi ve çevresindeki en yakın çalışma arkadaşları ve bir harekete bir yola çıktığında gösterdiği konuşturduğu resim verdiği insanlar bunu engelleyecek boyutta. Bunun dışında ona böyle çok özel bir ekiple farklı bir imaj yaratılır mı bu seçim kampanyalarında, yaratılabilir ama inandırıcı olacağını düşünmüyorum. Birinci sebep bu. Dolayısıyla Mansur beyin bu konuda önümüzdeki süreçte cumhurbaşkanı adayımız olabileceğine bir kanaatim yok.


Bir nedeni daha var bunun. Bu da çok önemli, somut bir nedendir. Ben hem Mansur beyle ilgili hem sayın İmamoğlu ile ilgili, ona da sayın diyeyim ki yanlış anlaşılmasın, sayın Mansur Yavaş ve sayın Ekrem İmamoğlu'yla ilgili, İYİ Parti Genel İdare Kurulu'nda seçimlerin kazanıldığında, desteklerin zirvede olduğu dönemlerde ikisi için de bir şey demiştim: Ankara'da, İstanbul’da ola ki bunların başkanları ayrılır aday olurlarsa AKP'ye kaptırılır, bugüne kadarki en büyük kazanımlar yok edilir. Olası bir risk anında ki risk her zaman siyasette vardır. Yani yüzde yüz tanımlayamazsınız, böyle iki çarpı iki dört etmez siz ne yaparsanız yapın.


Dolayısıyla Ankara'yı ve İstanbul’u kaybetmek göze alınamaz, alınmamalı, bu bir. İkincisi, Ankara'nın çok kötü bir deneyimi var. Yani, ben çok sever sayarım, çok değerli bulurum, çok beğenirim, aklına da güvenirim, projeciliğine de güvenirim, Murat Karayalçın. Bir araya geldiğimizde de abi kardeş gibi de oturur sohbet ederiz, o da öyle ilgi gösterir, karşılıklı böyle bir iletişimimiz olduğu halde Murat Karayalçın'ın görevini tamamlamadan Ankara'yı bırakması, bugünlere gelişimizdeki en temel noktalarından biridir. Bu örnek varken, Mansur Yavaş'ın bırakıp da böyle bir şeyi tekrar özellikle CHP'ye yaşatabilecek olması, CHP'yi bu noktada amigdala tepkisine götürür. "Aman Allah’ım ne oluyoruz" korkusuna kapılırlar. Dolayısıyla ben Mansur Yavaş'ın aday gösterileceğine inanmıyorum. Aynı bazda, demin söylediğim gerekçeyle de İmamoğlu'nun da aday gösterileceğine inanmıyorum.


Partilerinden istifa ederler, bağımsız aday olurlar, kimseyi tutamazsınız, olabilir ama buna da, Mansur Yavaş'ın ve Ekrem İmamoğlu'nun cesaret edeceğini düşünmüyorum. Çünkü arkanıza bir partiyi almadan çıkıp bağımsız aday olmaya kalkmak iş görmez. Siyasetteki bugünkü dengeler açısından baktığınızda iş görmez. Buna da ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla bu iki adayı ben şahsen dışarıda bırakıyorum. Babacan ve Meral Akşener ciddi iki adaydır benim gözümde.

UT


Ama oraya geçmeden de bu iki adayı, önce Mansur Yavaş'ı tamamlayalım sonra İmamoğlu’nu da biraz konuşmak isterim. Aday olması durumunda kampanya sürecinde Erdoğan karşısındaki avantajları, dezavantajları ne olur Mansur Yavaş'ın?

BG


Mansur Yavaş'ın Erdoğan karşısındaki dezavantajı en başta söylediğim: Muhalefetin bütün seçmen kitlesi tam olarak arkasında durmaz, duramaz ama seçime girdiğinde seçimden ikinci çıkacaktır, başka adaylar olabilir, hani partilerin kararları dışında belki çıkacaktır, çıkar ama ikinci tura geldiğinde "Tayyip Erdoğan mı Mansur Yavaş mı" dediğinizde, bunu kahin gibi falan söylemek mümkün değil siyasette ama ben yine şahsen zayıf kalacağını düşünüyorum. Arkasındaki; kitle, güç, destekle birlikte. Yoksa şahsi olarak değil yani. Ha, şahsi yetenekleri konusunda da Tayyip Erdoğan'ın o; ekipçilik, organizasyon, liderlik ve sair vasıflarının da olmadığını Mansur Yavaş'ta, demin ihtiyaç olmadığını söylemiştim ama tespit için söylüyorum, olmadığını da net olarak söyleyebilirim. Nereden söylüyorum? İki yıllık Ankara Büyükşehir Belediyesi yönetiminden söylüyorum, görünmüyor.


Belki belediye başkanı olmasaydı, o anlamda şansı daha yüksek olabilirdi, Mansur beyi yapalım diye ama bazı şeyler görülmeye başlandığında onu da ölçmek gerekiyor, ya da değerlendirmek gerekiyor. Benim değerlendirmelerime göre, çıkar ortaya ve sırıtır, görünür hale gelir ve AKP'nin elindeki o büyük propaganda makinesi yerle bir eder Mansur Yavaş'ı kısa sürede.


Bazı şeyleri eksik söylemiş olabilirim kafamın arkasında olan ama boyutlarıyla düşünüyorum: İşin propagandası, dili, destekleyecek kesimleri, adayın becerileri, hitabeti vesaire vesaire vesaire... Bunların hepsine baktığımızda ben Mansur beyin geride kalacağını net olarak kendim görüyorum.

UT


İmamoğlu'na gelirsek peki, diyelim ki uzlaşıldı, karar verildi, o oldu aday. Nasıl bir aday olur?

BG


Şimdi, ola ki riskler göze alındı, İstanbul'dan da vazgeçildi, hani "kaybederse hem cumhurbaşkanlığını kaybedeceğiz hem İstanbul'u kaybedeceğiz" denildi, "İmamoğlu olsun" denildi. Şimdi, böyle bir boyutta İmamoğlu bir kere, seçilirkenki süreçte popülarite yakaladı, sonradan bir miktar geri gitti, şimdi ortalarda geziniyor, yani geri gittiğinden biraz toparlandı ama ilk günkü popülaritesine henüz gelmedi bana göre.


Siz anketlerde araştırmalarda daha iyi görüyor olabilirsiniz, o noktaya gelmedi görünüyor çünkü, seçimde aldığı oy oranını bile böyle bir durumda alacak görünmüyor. Ölçümlerde de görünmüyor ama İmamoğlu, yetenekleri açısından baktığınızda Tayyip Erdoğan'la ciddi anlamda yarışabilecek düzeyde bir adam. Yani belediye başkanlığı becerileri, önceki ilçesinden bahsediyorum, büyükşehiri aldığından beri de ortaya koyduğu, seçim gününden başlayarak ortaya koyduğu; tavır, liderlik, zeka, beceri, dini hassasiyetler açısından, işte o dönemde Yasin okudu camide, milletin gönlünü kazandı falan. Yani buraları halledebilecek bir adam gibi görünüyor İmamoğlu. Kürtler açısından da İmamoğlu onlara çok sempatik gelen yaklaşımlar içerisinde. Dolayısıyla Kürt seçmeni de kazanır, öyle görünüyor.


İmamoğlu'nun eksikliği nerede olur orada, yine de yani işte o gönlünü kazandı dememe rağmen, yine de muhafazakar kesimin, o büyük kesimin desteğini almakta zorlanır.


Büyükşehir'de aldığı desteğin bir kısmı hem muhafazakarlar açısından hem Karadenizlilik vesaire açısından aldığı desteğin bir kısmı kayboldu. Ben böyle gözlüyorum. Öyle söyleyeyim, kayboldu. Onu tekrar kazanabilir mi, kazanabilir. Çünkü seçim kampanyasında İmamoğlu çok başarılı bir profil çizebilir, çıtayı da yükseltebilir, herkes de etrafında toplanabilir. Bu ihtimal var. Bunu yok saymıyorum ama yine de fikrim İmamoğlu'nun yapılmayacağı yönünde.


İmamoğlu'na da kullanabilecekleri şeyler yine AKP iktidarının, Cumhur İttifakı'nın, Tayyip Erdoğan'ın, nasıl adlandırırsak artık bu ayakları, İmamoğlu'nun üzerinde ciddi anti-propaganda yapabilecek şeyler biriktirmeye çalışıyorlar. Yani hem ara ara yaptıkları, yine bu HDP vesaire üzerinden yaptıkları şeyler, bunları büyük propagandalara çevirebilirler, etkili de olabilir. O konularda İmamoğlu çünkü malzeme de verebiliyor. Geçmiş hassasiyetleri o yönde olmadığı için malzeme de verebiliyor. Bunları kullanıp yıkabilirler.


Belediyede seçime kadar süreçte, şu anda iki yıla yakın oldu, belki 3 yıl olacak, belki 4 yıl olacak, seçime kadarki süreçte henüz ne kadar başarılı olacak olmayacak bilmiyoruz, belediyede alt organlarda tamamında (AKP’nin) eli var. İkinci dönemine geçmediği sürece İstanbul belediyesi, büyükşehir belediyesi, AKP kadrolarından kurtulmuş değil, olmayacak. Dolayısıyla her an bütün bağırsakları ortada her türlü hatada ki hata belediyecilikte her zaman yapılır, yapılabilir, mutlaka yapılır, bak mutlaka diyorum yapılır, o hatalar alınır, küçücük hata büyütülür, büyütülür, büyütülür bir hale getirilir, İmamoğlu zorlanır.


Buna da örnek şeyden vereyim: İSKİ skandalını hatırlıyorsunuzdur, yani yaş olarak hani bilmiyorum ama o günlerde kaç yaşındaydın Ulaş, İSKİ skandalı, benim hafızamda kalan 1 milyon dolar, 1-2 milyon dolarlık falan bir skandal gibiydi hatırladığım. Belki 5 milyon. Bugün yapılan yolsuzluklar, hırsızlıklar, arsızlıklar, devasa kaynak götürmeler falan işine baktığınızda, böyle, çayda şeker gibi bir şey. 30 yıldır 20 yıldır konuşuluyor, doğru mu, yani İSKİ skandalı...


Belediyecilikte böyledir. Birinin elinde bir propaganda makinesi varsa sizin küçücük bir hatanızı 30 yıl konuşturur ama öbür yapılanların hiçbirini hiç kimse konuşamaz.


Şimdi, böyle, bir takım zafiyetler doğabilir. Bunu şunun için söylemiyorum. Yani bir teze taşıyayım söylediklerimi diye söylemiyorum. Tamamen hepsiyle ilgili, Mansur beyle ilgili de İmamoğlu'yla ilgili de tespitlerim bunlar. Böyle olur, olmaz, bilmem. Benim kişisel değerlendirmelerim.

UT


Babacan ve Akşener'e geçebiliriz.

BG


Babacan'la Akşener'e geçelim. Şimdi, Babacan'ın farklı bir profili var. Yine Erdoğan'la ilgili söylediğim aynı şeyi Babacan'la ilgili de söyleyeyim. Benim, Babacan'ın siyasetteki; geçmişi, ailesinin ya da kendi çevresinin bakış açısı, siyasette yürüdüğü yol vesaireyle hiç bir ilgim yok. Yürüyeceği yolla da ilgim olmaz.


Objektif bakacak olursak Babacan'ın kişisel özelliklerine, bir kere ben de ODTÜ'lüyüm, Babacan ODTÜ'yü çok iyi bir dereceyle bitirmiş bir adam. Zeki bir adam. Burada hiç şüphe yok. Geçmişinde bugüne kadar bir leke görünmüyor. Yani siyasete girmeden önceki geçmişinde bir leke görünmüyor. Siyasete girdiği andan itibaren de o, AKP'nin iyi gittiği dönem dediğimiz; Avrupa Birliği ile ilişkiler, ekonomide Kemal Derviş'in planlarının doğru sürdürülmesi, aksatılmadan (Kemal Derviş'i de övdüğümden değil onu da söyleyeyim ama ekonomi açısından Türkiye'nin bir noktaya taşınması), 2002 öncesi yaşanan olayların çözümlenmesi, o planların istikrarlı uygulanmasıyla hayata geçmiştir. Orada gerek kendi aklını ya da ekibini de katarak ama o programları da doğru yöneterek ekonomide başarılı bir çizgi sürdürdüğü gibi bir izlenim var hafızalarda.


Şimdi bütün buralarda, Dışişleri Bakanlığı döneminde de Babacan'a dönük, "bu adam da şöyle hata yaptı, böyle hata yaptı, ülkeyi batırdı, ekonomiyi halletti" falan, benim hafızamda hiç kötü bir şey yok, onu söyleyeyim.


Siyaseten baktığımızda da Babacan, kampların siyasi atışmalarına hiç girmemiş biri, yani Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Bakanlığı, bilmem ne ekonomi falan hiç günlük siyasi atışmalara girmedi. Hafızamdakileri söylüyorum. Yani geçen gün de hatta bir yerde konuşuyor, "ben inanmadığım hiçbir şeyi söylemedim, sadece bazı şeyler söylemedim" gibi konuşuyor. Mealen söylüyorum, (Babacan) "belki itiraz etmem gereken noktalarda da sesimi çıkaramadım ama inanmadığım hiçbir şey söylemedim, dolayısıyla, o günlerde söylediğim her şeyi savunurum" diyor. Benim de hafızamda kalan yapısı böyle.


Babacan'a şundan kızabiliriz. AKP içindeydin onca yıl, bütün bu yanlışlar, bu gidişatı gördün, kardeşim, niye çıkıp ağzını açmadın, niye istifa edip gitmedin.


Bu her zaman siyasette söylenir ama siyaset içinde de, bakın bizim İYİ Parti'deki Ümit Özdağ bugün neler söylüyor, neler... Dün niye söylemedin? "E o günlerde söylenemezdi" diyor. Siyasette vardır (Ümit Özdağ bu arada, parantez içinde belirteyim, "haksızdır ve yanlış işler yapmaktadır" ama şeyi anlatmak istiyorum, ona girmeyeceğim), o da diyor ki "ben o günlerde, işte öyle de, içimde söyledim de, dışımda söyledim de, şurada oldu, burada oldu", olmuyor. Yani siyasetle bir yola girdiğinizde, bir gün gelene kadar bütün sigortalar atana kadar aslında konuşamıyoruz, görseniz bile konuşamıyorsunuz. Sadece ne oluyor? Bazen konuşmuyorsunuz. Hani doğrularınızı söylüyorsunuz ama belli bir şey geldiğinde "bu yanlıştır" diyemiyorsunuz, kampın içindesiniz. İçinizde söyleyebiliyorsunuz dışarı söyleyemiyorsunuz.


Bu anlamda Babacan'ın bir eksiği var ama Babacan, (gördüğüm kadarıyla şu anda kongrelerini yapıyor) konuştukça, anlattıkça, biraz hitabetini de geliştirdikçe... Yani, tezleri sağlam konuşmaları sağlam, zeki adam olduğu için onları ortaya koyuyor, birikimi de var, siyasette de deneyim kazandı, devlette de deneyim kazandı, ben Babacan'ın önünün açık olduğunu görüyorum. Bizim dışımızda. Kendi kitlesi camiası vesaire açısından. Orada da Babacan muhafazakar bir aileden gelmesine rağmen muhafazakar kesime dayanıyor görünmüyor. Öyle davranmıyor. Tam da tersi, aslında; laik, demokrat, özgürlükçü kesimleri hedeflemiş gibi davranıyor. Niye? Akılcı davranıyor. Çünkü öbür kesimin, bir yerde bir şeyi var, büyük bir pay var duruyor, ondan koparmak çok da kolay değil. Gelirse de onlar zaten rahat gelir diyor bana, çünkü kendi bünyesi, yapısı onlara uygun. Koptukları gün AKP'den, (AKP bir dağılmaya girdiği gün), kaçışanların önemli bir bölümü Babacan'a gidebilir. Davutoğlu'na da gidebilir ama ben onu öyle düşünmüyorum, onu konu etmeyeceğim şimdi. Babacan'a rahatlıkla koşup, geçmişteki, kendilerine uygun yapının devam edeceği, edebileceği bir yapıda, "buraya katılabilirim" diyebilirler. Gerek ekonomisiyle gerek kendi inandıkları şeylerle, hikayelerle diyelim.


Şimdi bu anlamda Babacan'da bir sıkıntı yok görünüyor. Fetöcülük hikayesi var, fetöcülüğü de kendileri sulandırdılar, her önüne gelene fetöcü deyince, aslında fetöcülüğün yakıştırılabileceği birilerine de fetöcü dediğinizde artık "ya bırakın kardeşim, herkese fetöcü diyorsunuz"a geliyor. Şimdi, Babacan'a, fetöcülük yakıştırılabilirdi. Herkese fetöcü demeselerdi Babacan'a geçmişindeki dönemlerden yaftalar yapıştırıp, yani kendilerini saklayıp başkalarına rahatlıkla söyleyebiliyorlar ya, ona diyebilirlerdi, yakıştırabilirlerdi, orada da bence fetöcülük olayının da önümüzdeki seçimlerde artık bir etkisinin kalmayacağını düşünüyorum ben. Babacan'a söyleyebilecekleri o olabilir, işte "geçmişteki şeylere ortaklık" olabilir, Babacan bunları aşarak gidiyor diye görüyorum.


Kürtler açısından baktığınızda Kürtlerin de Babacan'a hayır deme ihtimali çok yok. Yani doğru şeyleri söylerse ikna edebilir. Daha özgürlükçü davranıyor Kürtler açısından, İYİ Parti'nin hatta CHP'nin, İYİ Parti zaten yapamıyor ama CHP'nin yapamadığı kadar Kürtlere özgürlükçü ifadelerde bulunuyor Babacan, Kürtlerin oyunu da alabilir. Türkiye'nin en büyük sorunu ekonomi, diğer sorunların dışında birincil sorunu ekonomi, ekonomide başarı göstermiş, ileride de bu işi çözebilecek kim var diye şöyle bakıldığında ilk göze takılan Babacan olur, öyle de olacaktır diye düşünüyorum. Yani bugün için konuşmuyorum. Bugün yüzde 3 görünür, 4 görünür, 1.5 görünür, 4.5 görünür, önemli değil ama ben Babacan'ın yüzde 5 ile 15 arasında, bakın çok, araştırmacılar için böyle saçma salak bir şey söylüyorum şu anda ama yüzde 5'le 15 arasında bir yelpazede gidip gelebileceğini düşünüyorum. Şey olarak söylüyorum, partisi olarak. Arada karışıyor ister istemez, partisi olarak söylüyorum. Ama bütün bunlardan dolayı, dönüp dolaşıp muhalefet "ortak adayımız kim olsun" dendiğinde, partisinin oyu hariç, kişisel değerlendirmeler yapılarak, Babacan'dan bir takım sözler alınarak, ortak mutabakatlar yapılarak, ortak bildiriler yayınlanarak, "muhalefetin adayı Babacan olsun" denildiğinde, Babacan oraya oturabilir.

UT


Babacan'ın bu AK Parti kökenli olması ve sizin de söylediğiniz "uzun zaman sessiz kalması" vesaire falan, muhalefette bir antipati toplamış görünüyor. Muhalefetin biraz şerhi var gibi. O bir olumsuz etki yapar mı? Özellikle CHP tabanında.

BG


Özellikle CHP'li kesim, Babacan'a, yani; laik, demokrat, sosyal demokrat kimlikli olan ama normal demokrat olanlar bile bir şeyler diyebilir ama genellikle solcular, sosyalistler, komünistler, Babacan'ı reddederler. Yani hem o geçmiş nedeniyle hem de inanmayacakları için hani ne kadar özgürlükçü konuşsa da "yaa takiye mi yapıyor" diyebilirler. Ama ben burada Babacan'ın işin yarısını kendi söylemleriyle ve duruşuyla, güven vererek halledebileceğini düşünüyorum yarısını bu tepkinin. Kalan yarısı Kemal Kılıçdaroğlu'nda.


Kemal Kılıçdaroğlu geçen sefer Abdullah Gül'ü aday yapmaya kalktı. Akıl almayan bir şey, buna kalktı. Yani CHP kitlesinin ayağa kalkıp genel merkezi yıkacağı bir şeyi masaya getirebildi. Akıl almıyor yani. Bu dönem yine Abdullah Gül üzerinden planlar yapıldığı falan seziliyor, konuşuluyor, duyuluyor, ediliyor vesaire.


Şimdi, Kemal Kılıçdaroğlu şöyle bir şeye girebilir: Abdullah Gül, hani onu hangi mecralarda ortaya koyup kararlaştırıp masaya getiriyor bilmiyorum ama o mecralarda Kemal beyin konuştuğu insanlarla "yaa Abdullah Gül yapılamaz ama Ali Babacan yapılabilir"e gelebilirler. "Ali Babacan yapılabilir"e geldiğinde, Abdullah Gül de, daha önce bir anlaşmaları varsa, "yaa ben feragat ettim Ali olsun" derse, (bu bir teori, ne anlamda teori, daha önceki yapılan edilen, konuşulan somut da bildiğimiz şeyleri de bağlayarak söylüyorum), o yapı diyebilir ki "yaa Ali Babacan olsun".


Kemal bey masaya Ali Babacan'ı getirebilir, Millet İttifakı'nın ve muhalefetin masasına Ali Babacan'ı getirebilir. Kemal bey Ali Babacan'ı getirir, diretirse, CHP içerisinde ciddi sıkıntılar yine çıkar ama Abdullah Gül kadar çıkmaz. Muharrem İnce bağımsız aday olur, AKP üyeleri bile gider imza verir, Muharrem İnce ortalığı inletir ama bir karar alınırsa da CHP'nin büyük çoğunluğu o kararı anlayacak stratejik, yapıdadır. Biraz eksiğiyle de olsa arkasında durabilir. Ama ne diyorum, "karar alınırsa".


"Karar alınırsa" ne demek, muhalefetin unsurları hep birlikte; birleştik, düşündük, taşındık, değerlendirdik, arkadaşlar hepimiz baltalarımızı bugüne kadar saklaya saklaya geldik, bu kez de baltalarımızı saklayacağız, bunu yapacağız, hep birlikte bir şeyin altına imza attık, bu dönüşümü de sağlayacağız, Ali Babacan'dan da bu sözleri ve imzaları da aldık. "İşte metinlerimiz, işte yol haritamız, yapıyoruz, bırakın biz bu iktidarı anca böyle değiştiriyoruz, yani Tayyip Erdoğan'ı anca böyle götürebiliriz" denildiğinde, CHP tabanı da götürüp oyunu verebilir.


Çok ileri bir şey söylüyorum ama biliyorum, farkındayım ama verebilir. Çünkü stratejik düşünen seçmen CHP ve HDP seçmeni. Günlük olaylara bakmadan değerlendirme yapıyorlar. Gelecekte olacak şeyleri önlemek üzere bir aşama kaydedecekse diyerek bir şeyler yapıyorlar. Doğru da yapıyorlar. Doğru yaptıklarını da, seçmen bazında söylüyorum, inanıyorum, akılcı davranıyorlar, yine akılcı davranılabilir böyle bir olay olduğunda.


Dolayısıyla bu anlamda baktığınızda Ali Babacan şanslı görünüyor.

UT


Olur da aday olursa peki, Erdoğan karşısına kampanyada artıları eksileri ne olur?

BG


Erdoğan karşısında kampanyada Ali Babacan'ın hitabet eksiği olur ama onun dışında AKP'nin yapacağı anti-propaganda anlamında demin söylediğim bir fetöcülük yakıştırması yapmaya çalışırlar, tutmaz artık bu saatten sonra, demin de söylemiştim, onlar tutmaz. Meral hanıma da tutmadı ona da tutmaz, başkalarına da yapsalar bu saatten sonra tutmaz. Ben böyle düşünüyorum. Onun dışında der ki işte "ben emir verdim de sen yaptın, ben yap dedim de yaptın” falan, böyle kral edaları falan, o da tutmaz. Yani bu da böyle hani tam tersine Tayyip Erdoğan'ı küçültür. Çünkü Ali Babacan'ın o anlamda sağlam bir duruşu var.


Ali Babacan sadece demin söylediğimiz konularda güven verebilecek mi? Bütün mesele budur. Onun dışındaki konularda ekonomiyi düzeltir mi, düzeltir. Erdoğan batırdı, damatlar mamatlar, baştan beri. Ali Babacan varken iyiydi, şimdi battı (deniyor). Ali Babacan da bunları rahat anlatabilecek bir adam, konuya hakim. Oralarda bir şey yapamazlar. Fetöde tutturamazlar, "ben dedim de yaptın" da yemez. Dolayısıyla Ali Babacan'a çok bir şey yapamazlar diye düşünüyorum propaganda sürecinde.


Profesyonellerle çalışabilecek kapasitede bir adam Ali Babacan. (Cumhurbaşkanlığı seçiminde) iyi bir kampanyayı da tüm muhalefet olarak da götürebiliriz ki muhalefet kampanyada daha renkli iktidarın tersine. İktidar tek kanallı bir hareket yapacak, bütün televizyonlarda, 23 gazete aynı manşetle çıkacak, bütün televizyonlar aynı lafları söyleyecek, AKP kandırıcıları diyorum ben, çıkacaklar orada, mıy mıy mıy mıy konuşacaklar ama muhalefet çok renkli. Her taraftan böyle (yanlış anlaşılmasın tabirim, askeri tabirdir diye söyleyeceğim), gerilla savaşı gibi olacağı için, neresinden ne yumruk geleceğini şaşırırlar, bunun örnekleri daha önce görüldü, bu olur. Babacan üzerinden anlatmayayım. Muhalefetin adayı kim olursa olur.


Dolayısıyla propaganda sürecinde bir eksiği olacağını sanmıyorum Ali Babacan'ın. Tayyip Erdoğan karşısında da en başta söylediğim şeyi söyleyeyim: Kimse bir Tayyip Erdoğan beklemiyor. Dolayısıyla Babacan'ın da Tayyip Erdoğan olması gerekmiyor. "7 şeylerin arkasında güven veren bir adam var mı"ya bakılacak, varsa var. O güveni verebilirse var, veremezse zaten yok.


Meral hanıma gelecek olursak, şimdi, Meral hanım ilk başta partiyi kurarken merkeze oturacak bir parti diye kurdu. Ben de Cumhuriyet Halk Partisi'ndeydim. Ben de CHP'den Meral hanıma destek olmak üzere bir takım çalışmalar yaptım, sonradan da hemen başlarda İYİ Parti'ye geçtim. Yüksek İstişare Kurulu'na girdik, peşinden Genel İdare Kurulu'na girdik vesaire bir takım çalışmalar yaptık. Ama İYİ Parti merkeze oturamadı. Parti, MHP'de verdiği mücadele, kendilerince haklı mücadeledir ama o kadrolarla partiyi kurma yoluna girdiği için partiyi kurduğu andan itibaren aslında özünde MHP'li kimlikler; milliyetçi, ülkücü, Türk milliyetçisi bir yapıyla kurdu. İçine merkezden adamlar da aldı falan ama toplamda süreçte baktığımızda İYİ Parti öyle bir görünüm kazandı seçmen bazında. Ama İYİ Parti, seçmenin hangi kesiminden oy alıyor, seçmenimiz nasıl bakıyor?: Milliyetçi hassasiyetleri olan yine Türkçü hassasiyetleri de olan, demokrat olan, laik olan, cumhuriyet değerlerine sahip olan, Atatürk'ü; seven, sayan, kollayan bir yapıya sahip. Aslında CHP seçmenine çok benziyor, CHP seçmeninden farkı, daha Türkçü milliyetçi bir yapı var, içinde ülkücüyüm diyen bir büyük de kesim var. CHP'de ülkücüyüm diyen çıkmaz, milliyetçiyim diyen olur, Türkçü de vardır. Türkçüyüm demezler ama vardır. Kimlik olarak çoktur. İYİ Parti bunu daha böyle önde ortaya koyan bir parti.


Şimdi böyle baktığımız zaman temel kavramlara, demin söylediğimiz bütün kavramlara Meral hanım hem bireysel olarak; geçmişi, eğitimi, siyasetteki deneyimi vesaire neye sayarsanız sayın hem bireysel olarak hem partiyi kurarken ve kurduktan sonraki yaklaşımları olarak, Genel Başkan yaklaşımları olarak, lider olarak demin söylediğim bütün kavramların arkasında olabilecek biri ama yetmiyor. Yani sizin böyle olmanız bir şey ifade etmiyor. Dışarıdan nasıl göründüğü önemli, nasıl görüldüğü de partinin demin anlattığım yapısıyla ilgili, dışarıdan öyle görünmüyor. Tamam, demokratlığına kimse söz söylemez, cumhuriyetçiliğine söylemez, Atatürkçülüğüne söylemez, milliyetçiliğine zaten söylemez, fetöcü hikayeleri de; öyleydi, böyleydi, geçiyor gidiyor, onlar da hikaye, oradan da bir şey çıkmaz, geriye kalıyor yine kilit seçmen Kürtler.


Kürtler konusunda, Kürt seçmenin oyunu alma konusunda Meral hanımın büyük bir açığı var, eksiği var. Partinin bugünkü yapısıyla ve bugün partinin sözcülüğünü yapan arkadaşlara baktığımızda bu mümkün görünmüyor. Şimdi, HDP'yle ilişkilerin tekniği, HDP'ye PKK'lı terörist denmesi, Selahattin Demirtaş'ın haklı haksız içeride olması, buna azıcık yaklaşsan başka kıyamet kopması, öyle desen başka kıyamet kopması falan. Bu pek, İYİ Parti için yönetilebilecek bir durum değil bugünkü kadrolarıyla, yönetimiyle. Ha, içinde aslında bu sorunları çözmek üzere; hazır, esnek (çözmekten kastım "bir takım, milletin korktuğu tavizleri vermek" anlamında söylemiyorum, ama gerçekten bu meseleyi ciddi ele alıp çözmek üzere davranacak) çok insan da var ama bu ortaya konulamaz konulamıyor, kamuoyuna da bu böyle yansıtılamıyor. Böyle olunca Meral hanımın o kişisel özellikleri ve birikimleri ile de bunu anlatmaya yeterli olmuyor. Ha, buna rağmen çok pratik çıkışları oluyor, yine de kötü yönetmiyor süreci ama arada biliyorsunuz bir sürü kazalar oluyor, sorunlar oluyor falan. Bunu aşmak çok zor.


Burada ciddi bir Kürt politikası ortaya koymadan, yine, yani bir kere şu: HDP'yle Kürt seçmen ayrımını doğru ortaya koymadan olmaz (HDP o seçmenin önemli bir bölümünü yönetiyor ama HDP stratejik davranabiliyor demin söylediğim gibi yine).


Diyebilirler ki "evet bu kurallar dahilinde Türkiye böyle bir yapıya kavuşacaksa, tamam buyurun geçelim, biz de varız, destekleyelim, bunu da yapalım, ondan sonra kozlarımızı paylaşalım."


HDP açısından öyle bir sorun yok ama İYİ Parti şu anda "Meral Akşener kimliği üzerinden" bunu ortaya koyabilecek bir durumda değil. Ha, önümüzde zaman var.


İşte en son yaptığımız kurultaydan sonra başka kıyametler koptu, bir şeyler oluyor falan filan ama dönüşümler de oluyor. Şimdi Meral hanım da bir politika belirlemeye çalışıyor. Nereye varacak bugünden söyleyemem, görmeden söyleyemem. Yani, bir takım niyetler vardır olabilir falan ama görmeden söyleyemem. Benim İYİ Parti'de Kürt sorunuyla ilgili gerek Genel İdare Kurulu'nda zaman zaman konuştuğum şeyler oldu. Gerek Meral hanıma yazdığım verdiğim bir rapor oldu ve bunu net olarak kendisine de Genel İdare Kurulu önünde de söylemişimdir: "Bu sorunu çözmeden cumhurbaşkanı adayı olmanız mümkün değil". Yani, bırakın seçilmenizi, muhalefetin ortak adayı olmanız mümkün değil. Muhalefetin ortak adayı olmayanın seçilme şansı zaten yok. Bu sefer durum böyle.


Muhalefetin ortak adayı olacak ve seçime öyle girilecek, öyle seçilecek, yine benim (kişisel) fikrim. Kürt meselesinde de İYİ Parti'nin söyleyebileceği en yumuşak şey diyeyim, örnek de vermiştim hatta, yaa bir çok madde var da, böyle, 1,2,3 sayfalık madde madde yaptığım öneriler vardı ama kulağa böyle kolay gelen, kolay algılanabilecek bir şey söyleyeyim:


Metrolojinin bir şeyi vardı hava sıcaklığıyla ilgili. İşte, “hava sıcaklığı eksi 10 derece, hissedilen hava sıcaklığı eksi 20 derece. Atıyorum, hava sıcaklığı 10 derece, hissedilen eksi 5 derece”. "Hissedilen"le, "olan"ın dengelenmesi lazım. Kürt meselesinde de bizim Kürt kökenli seçmenimize, "hissedilen eşitlik"le "kanunlardaki eşitlik"i aynılaştırmamız gerekiyor.


Şimdi, kanunda var, anayasada var, hepimiz eşitiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, Meral hanım güzel yapıyor, kimliği çıkarıyor, diyor ki, bakın: "Bu kimliğe sahip olan herkes eşittir.” Tamam, çok güzel, aksini savunan olabilir mi? Kanun, anayasa vesaire eşitiz hepimiz bu kimliğin altında ama bu eşitlikle hissedilen eşitlik aynı mı? Değil. Bunu aynılaştırmak sözü verilebilir. Bunu aynılaştırmanın tabii alt açılımını da yapmak gerekir.


Bunları yapmadığınız sürece Kürt seçmenin oyunu alamazsınız. Bunu yaparsanız ve inandırıcı olursanız, gelecekteki Türkiye'yi tanımlarken, o zaman Kürt seçmen, Meral hanımın, işte; geçmişine, ülkücülüğüne, milliyetçiliğine, şununa bununa, Türkçülüğüne bakmadan, belki “tamam, bütün bu vasıflarının yanında; demokrat, özgürlükçü, cumhuriyetçi, işte laik vesaire, düzeni de sistemi de şu ayaklarda kuracak sözleri vererek geliyor, biz de inandık, veriyoruz”diyebilir.


Aynen demin Babacan'a söylediğim gibi. Yani bütün bunların altına; ortaklaştık, yazdık, çizdik, imza attık, bunu yapacaksın dedik, yapmaya da karar verdik, hep birlikte, bunu da kamuoyu önünde açıkladık, o zaman oy verebilir, alınabilir, edilebilir. Orada da Meral Akşener şanslı hale gelebilir. Onun da başka değerleri var çünkü. Gerek merkez sağda, gerek muhafazakar kesimde, gerek diğer kesimde, Meral hanımın da çok sağlam altyapıları var, o da olabilir.


Ben muhalefetin adayının Babacan'la Meral Akşener arasında gidip geleceğini düşünüyorum ama son dönemeçte artık burun farkıyla mı, başka bir farkla mı, kim öne geçer, kime karar verilir, bunu şimdiden bilmek çok mümkün değil. Kesin konuşmak mümkün değil ama anlattıklarımın içerisinde bir analiz var.

UT


Peki kadın olması bir eksi midir? Bunu iddia edenler oluyor.

BG


Kadın olması, bu Sünni İslamcı dil içerisinde, "kadından halife olmaz, kadından lider olmaz" lafı vardır ama bunları ben hep şey görürüm, Türkiye'deki siyasette, dünyadaki nasıldır çok değerlendirmek burada mümkün değil ama Türkiye'deki siyasette başka bir boyutunu anlatayım: Geçmişte, böyle her seçimden sonra özellikle sol kesim "vay bu millet yine işte mal, yine anlamadılar, geri zekalılar, yine yanlış seçtiler" falan der kabaca. Yani ben diyorum ya CHP'den gelmeyim diye, benim de içinde olduğum kesimin, böyle bir şeyi vardır.


Ben de yıllardır derim ki ben TESAV'ın, Erol Tuncer'in başkanlığını yaptığı TESAV'ın seçim araştırmaları vardır her seçimle ilgili ve o aralarda fark etmişimdir, yıllardır süregelen siyasi çalışmalarımız arasında, derim ki "Yaa hiç böyle değil. Bakıyorum bütün seçimlere, bütün seçimlerde seçmen, bütün bu saydığımız şeylerin, hepsinin değerleri görünürde var ve her söylemde var ama aslında bir kenara bırakıp hep çıkarına bakar. Çıkarı da kötü bir sözcük olarak kullanmıyorum. İhtiyaçlarının karşılanması anlamında çıkarına bakar. İhtiyaçlarını en iyi kim karşılayacaksa, gelecek kaygılarını en iyi kim giderecekse, buna en çok kimin üzerinden inanıyorlarsa ona ve partisine oy verir seçmen.” Yani, biz sanıyoruz ki işte, dini hassasiyetleri üzerinden AKP'ye verdi, hiç öyle değil.


Geçmişte; CHP'yi, Ecevit'i, başbakan yaparken, yani dini hassasiyetleri üzerinden mi yaptı, değil. O gün ona inandı. Bunların hatta kabaca sloganlarını da söyleyelim. Ta, Menderes zamanından başlarsak, "her mahallede bir milyoner yaratacağım" diyor Menderes. Bu büyük bir mesaj, yani "her mahallede bir milyoner yaratacağım" ki o yapı, onun etrafında dönen yapı da; esnaf, çiftçi vesaire falan yani ekonominin içinde olduğu yapılar. Adam diyor ki yani "o bir milyonun sahibi ben olabilirim" diyor mahallede. Diyor ki, "orada bir şey var, umut var" ve bu olabilir. Bunu da olduruyorlar. Ekonomin içinde oldukları için o, bir kişi bile olsa "o bir kişi ben olabilirim" diyor. Ecevit kazandığında ne diyor?: "Toprak işleyenin su kullanın" diyor. Oooooo, milletin isteyip de bulamadığı şey, "toprak işleyenin su kullananın". Bugüne kadar toprağı olmamış adamın, suyu ağanın bilmemnesiyle zorla almış, gidip kullanmış falan. Bunlar hep şey, Tansu Çiller çıkıyor, "İki anahtar" diyor. "Bir ev bir araba", ooooo herkese bunları vereceğiz falan. Özal çıktı başka şeyler yaptı falan.


Millet, kendisine bir şeyler verebileceğini; gördüğü, düşündüğü, umutlandığı, inandığı lidere ve partisine oy veriyor. Alamadığında da düşürüyor. Bak, şansı veriyor, alamadığında da düşürüyor. Bugün verdiğinde dini hassasiyetlerle vermiş gibi olunuyor, yarın verdiğinde milliyetçi hassasiyetlerle vermiş gibi oluyor, öbür gün verdiğinde işte solcu, sosyal demokrat hassasiyetlerle vermiş gibi oluyor ama hiç biri öyle değil.


Tamam, tabanımızın bir sürü tanımı var yani sizde bir sürü veriler var. Biz de biliyoruz hepsini de hani, kim solcu, kim sağcı, o da belli değil. Kim ne kadar sosyalist, komünist kim ne kadar faşist bilmem ne, o da belli değil. Yani, görünürde öyle ama temelde insanların birleştiği yer "beni gelecek kaygısından kurtaracak yapı". "Kimse o" ve benim cebime girecek üç beş kuruş, bana mal haline gelebilecek bir yapı. Yani, bunu sağlayabilene, inandığına veriyor. Meral hanım buna kolay inandırır. Babacan buna kolay inandırır. Geri kalanda şüphem var.

UT


Çok az daha vaktinizi alacağım. Bir şeyi sorayım sisteme geçmeden önce: Başka bir aday ihtimali görüyor musunuz isim olarak?

BG


Başka bir aday, şu anda görmüyorum.

UT


Şimdi şeyi sorayım sadece: Nasıl bir sistem olmalı peki? Yani, değiştirdik diyelim. Cumhurbaşkanı seçimini muhalefet kazandı, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem denilen sisteme geçilecek, o sistemde ne olmalı? Geçmişe aynen geri mi dönülmeli? Yoksa bu sistemin bazı özellikleri tutulmalı mı? Oradaki değerlendirmeniz nedir?

BG


Vallahi benim fikrim şu; ben mesela yine kişisel olarak söylüyorum: (Bugünkü sistemi hiçbir şekilde kafanızda canlandırmayın), başkanlık sistemi de Türkiye'de iyi bir sistem olabilirdi. Denge-fren mekanizmaları kurulsaydı, yargının bağımsızlığı oluşturulsaydı, Amerika'da bir sürü olay yaşanıyor dikkat ediyorsunuz, orada da aksayan yerler olabilir ama çok temel noktalar var. Ne olursa olsun iş rayına giriyor.


Bizde o tür bir sistem olsaydı başkanlık sistemi de olabilirdi ama bu olmadı ve yaşanan olaylar bu anlamda çok da kötü hafızalar bıraktığı için kısa zamanda, tekrar başkanlık sistemini iyileştirmek ya da bir şey yapmak gibi düşünceler içinde olmak doğru değil. En başta bunu söyleyeyim. Çünkü böyle düşünenler de var.


Dolayısıyla Parlamenter Sistem’e dönmek gerekiyor. Hatta Meral hanım geçen bu anlamda güzel bir düzeltme yaptı kendisi konuşurken: "Dönmek değil, geçmek gerekiyor".


Dönmek deyince de geçmişteki parlamenter sistemin zaafları ortaya çıkıyor. Parlamenter sisteme hakkıyla geçmek gerekiyor. İyileştirilmiş, geliştirilmiş ten kasıt ne? Hepimizin tekrar tekrar söylediği: Denge-fren mekanizmaları, denetim mekanizmaları, yani; şeffaflık ve denetlenebilir, hesap verebilir bir sistem oluşturma meselesi, başbakanın, cumhurbaşkanının yetkilerinin net olarak tanımlanması, bir yetki karmaşasına işin sokulmaması, Siyasi Partiler Yasası'nın gerçekten; demokratik, özgürlükçü bir sistemi kuracak siyasi partileri de şekillendirecek hale getirilmesi. Yani çok uzayacağı için bunların altını açmak istemiyorum, çok uzun şeyler var altında. Seçim sistemini söyledim mi bilmiyorum, seçim sisteminin adaletli bir yapıya kavuşturulması yani Parlamenter Sistem’e geçtiğimizde Türkiye'deki her kesimin kurabildiği siyasi partinin, alabildiği oy kadar temsilinin sağlanabileceği, yani yüzde 10'luk barajın falan olmayacağı, yine baraj olabilir birkaç puan belki falan ama bunun doğru değerlendirileceği, temsilin yüksek olduğu, özgürlüklerin yüksek olduğu, demokrasinin tam olarak işlediği, denetlemenin net olarak yapılabildiği, kimsenin "ben burayı ele geçirdim, bundan sonra böyle giderim" diyemeyeceği bir sistem.


Bütün bunlar yapıldığında zaten gerek içimizde gerek dışımızda; güven veren, aklı başında, adam-akıllı bir devlet yapısı ortaya çıkıyor, sistem ortaya çıkıyor.


Bu bizim dünyayla ilişkilerimizi de normalleştirir, ekonomi çevreleri ile ilişkilerimizi de normalleştirir, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi de normalleştirir, Amerika'sıyla da. Ha, dış politikada; Rusya ile Çin'le, İran'la, öbür taraftan Amerika'yla, Avrupa'yla ilişkilerimizi gayet dengeli yine götürebilir. O da başka bir boyut. Oralarda sıkıntı yok ama bunu yaptığımızda her şey Türkiye'de normalleşir ve gerçekten özellikle; Doğu, Ortadoğu, Asya vesaire bütün buralardaki ülkelere de "yaa Türkiye yeniden yoluna girdi ve böyle de yönetilebiliyor, gayet de iyi oluyor"u da gösterebiliriz böyle bir şey yaptığımızda.


Değerimiz çok artar. Öyle düşünüyorum. Türkiye'nin değeri, marka değeri çok artar. Yani detay çok. Anayasa referandumu döneminde yaptığınız bir çalışma var. Buradan madde madde okursam aslında çok detaylı bu söylediklerimin altını açan şeyler de var ama işin özü özeti bu. Yoksa bunlara girersek şimdi uzar.

UT


Yok, yok, bu yaklaşım önemli zaten bizim için de. Peki, çok sağ olun Bülent bey, ağzınıza sağlık.

BG


Umarım yararlı olmuştur.

UT


Çok yararlı. Tekrar da görüşmek dileğiyle.



Söyleşi Videosu – Youtube


10 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Deyişim

bottom of page